
EN ZOR YILLAR
Özellikle 1830 yıllarından sonra Balkanlar Türk insanı mezbahası haline gelmiş, Türk şehirleri yakılıp yıkılmış, Türk mal varlığı yağmalanmış, Anadolu'ya akın akın göç başlamıştır. Bütün bunlar sonucu Türkler Balkanlarda kimliklerini muhafaza etmeye çalışan azınlık haline düşmüştür.
Türklere karşı kıyım olayları sonucu göçler başlamıştır.
Muhacirin kısaca tanımı : Lozan’da yunanistan ile Türkiye arasında yapılan anlaşmaya göre her iki ülke karşı ülkeyle bir nüfus mubadelesinde ( değişimi) bulunacaklardı.
Türkiye’deki ermeni ve rumlarla yunanistan da bulunan Türk Müslümanlar değiştirilerek her iki ülkenin vatandaşları kendi ülkelerinde ikamet edecektir.
bu değişim sonucu Türkiye’ye getirilen Türk müslümanlara muhacir ( mubadil) denilmektedir. Daha sonra göç ederek gelenlerede göçmen denilmektedir.
Muhacirlerin aslı Karamanoğlu beyliğine dayanmaktadır. Osmanlı’nın Türkleştirme politikası (sınır, uç bölgelerin güvenliği için seçkin Türk ailelerin sınır bölgelere yerleştirilmesi) sonucu muhacirlerin Selanik civarlarına yerleştirildikleri tarihi bilgilerde mevcuttur.
Yine büyüklerimizden duyduğumuza göre
Muhacirler Osmanlının 1.ordu mensuplarını oluşturmaktaydı. 1.Ordu komutanlarından Karabekir Mesut (dedemizin babası) ve Kapucu Selahattin,
Sultan Abdulhamit’in tahttan indirilmesinde(Cumhuriyetin kurulması için) büyük rol oynamışlardır. O esnada 2.Ordu’da Abdulhamit yanlısı olduğundan; askerlerin birbirlerine karşı kalmasını önlemek için Abdulhamit tahttan inmiş sonra tekrar gelmiştir.
Muhacirlerin Yunanistan’dan gelmeleri kolay olmamıştır. Birçok işkenceye maruz kalmışlar,malları yağmalanmış, yunanların 12 yıl boyunca çeşitli işkencelerine maruz kalmışlar ve direnişler sonucu
birçok Türk hayatını kaybetmiş kalanlar ise canlarını zor kurtarmışlardır.
Mübadele başladığında ise aylarca Selanik’te çadırlarda beklemişler.
Çok sıkıntıyla karşılaşılmış olduğundan pek anlatılmazmış acı olaylar ama duyulanlara göre: Mübadele esnasında vapurla yola çıkılmış 1 ay kadar süren yolculukta; açlık susuzluk hastalık sonucu ölenlerin naaşlarını sardıktan sonra denize attıklarını ve birçok insanın bu yolculukta ya hayatını kaybettiği yada ağır şekilde hastalandığını bildirmişler. O kadar ölen oluyormuş ki köpekbalıkları vapuru takip ediyor, atılan naaşları yiyormuş.
insanların karaya çıktıklarında toprağı öptükleri de büyüklerimizden duyduklarımız arasındadır.
Tabi bununla da bitmemiş ve daha sonra yerleşme sorunu ortaya çıkmıştır.
İzmir Urla’ya gelen 2 vapur insan buraya alınmamış yine deniz yoluyla mersin civarlarına getirilmiş fakat buraların bataklık olmasından dolayı insanlar sıtma, veba gibi hastalıklara yakalanmış ve acı bir şekilde gelen kabilelerin yarıya yakını da buralarda vefat etmişlerdir.
İç kesimlere göçler başlamış Nevşehir, Niğde, Kayseri civarlarına gelen kabileler buralara yerleşmişler. Bizim sülalelerin bulunduğu kafile ise Nevşehir Derinkuyu’ya yerleşmiş ancak buralarda su sıkıntısı olmasından dolayı Kayseri Tomarza etrafına gelen bazı aileler geride kalanlara su ve arazinin elverişli olduğunu haber vererek birçok ailenin buraya gelmesini sağlamışlardır. Aileler ölümlerden ve yerleşme sorunlarından dolayı sürekli bölünmüş, Ülkenin çeşitli yerlerine dağılmışlar ve hayatlarını devam ettirmeye çalışmışlardır.
Hayat düzeni bozulan insanlarımız birçok zorlukla mücadele etmişlerdir. Hazır düzenlerini ve medeni yaşamlarını bırakarak gelen muhacirler yerleşmekte ve düzen kurmakta birçok sıkıntıyla karşılaşmışlar fakat yerleştikten sonra da herkese örnek olmuşlardır.
Dönemin yerli halkının alay konusu olsalar da yerli halka medeniyet getirmişlerdir. Bunu da şöyle duyduğumuz bir espri ile açıklayabiliriz.
Yerli halktan bazısı Yunanistan dan papazlar geldi diyerek dalga geçerlermiş, bizimkilerde;
Sizler papazsız (Ermenisiz) kaldınız ona üzülüyorsunuz derlermiş.
Yerli halk namaz kıldırmaya bile bilirkişi bulamayınca muhacirler bu işi yürütmeye başlamış.
O dönemde badana, boyayı bilmeyen yerli halk badana yapmayı evlerini boyamayı öğrenmişler ve hatta; hiç tuvaletleri bile olmayan bu insanlar Muhacirlerden görerek evlerinin yanlarına tuvalet yapmayı da (bilindiği üzere tuvaletler dışarıda bulunurdu) muhacirlerden öğrenmişlerdir. Muhacirlerin kıymeti geçte olsa anlaşılmıştır.
Medeniyetin beşiğinden gelmek zorunda kalan muhacirler bu yüzden biraz burukluk yaşasalar da üzerlerine düşen politik ve sosyal görevleri yerine getirmiş olmanın sevinciyle yaşamlarını sürdürmekte ve örnek yaşamlarıyla her zaman öncü olmaya devam etmektedirler.
Fahrettin Şenel (mübadil torunu) Kayseri
Bir yorum ve bilgi
'TÜRK' modernleşmesinin başkenti Selanik'tir! Evet evet, bir buçuk asırlık çağdaşlaşma projemize esas damgasını vurmuş olan şehir ne İmparatorluğun pay-i tahtı İstanbul'dur, ne de Cumhuriyet'in yoktan var ettiği Ankara... Yakın tarihimizi yalap şalap incelemek dahi, Halkidikya Yarımadası'ndaki eski limanımızın bizim için ne denli hayati önem taşımış olduğunu ortaya koymaya yeter.Tabii ‘‘modernleşme’’ derken, kordondan Beyaz Kule'ye havai hattı çekilen elektrikli tramvayı veya doklardan şileplere tütün balyası yükleyen buharlı vinçi kastetmiyorum. Çağrıştırdığım şeyi, hem ‘‘ulus devlet’’e dönüşümün fikri ve idari üstyapısı; hem de o devlete ideoloji ve kadro üretmiş olan ‘‘intelligentsia’’ oluşturuyor.Zira, ‘‘Türklük’’ tanımının beşiği dahi Selanik'ti ve Meşrutiyet'ten Cumhuriyet'e, ellili yıllara dek, ülke elitlerimizi Ege kentinin ‘‘rahle-i tedrisi’’nden geçmiş şahıslar oluşturmuştur.BUNDAN daha normal bir şey de olamaz. Hem coğrafi, hem beşeri olarak olamaz...Çünkü, sırtını Makedonya - Rumeli hinterlandına, gözünü de denize dayamış Selanik, zaten ‘‘Avrupa gücü’’ olan İmparatorluğumuzun Batı'daki en büyük kenti kimliğini taşıyordu.Şehrin sosyolojik yapısı ise yukarıdaki geo-ekonomik avantajı pekiştiyordu.Yetmişyedi millet ve soydan insanın yaşadığı bu kozmopolit liman, özellikle ‘‘Alliance Israelite’’ okullarının kurulmasıyla birlikte ‘‘garbileşme’’ sürecine giren çok yoğun Yahudi cemaatinin öncülüğü sayesinde, iktisadi-ticari olarak hızla Kıta'ya açıldı.Ve kim ki iktisadi-ticari açılım diyor, onun fikri-zihni açılımı da kaçınılmazdır!NİTEKİM, Musevilere ek olarak, hem kent levantenleri, hem de yine yoğun nüfuslu Sabetay Sevi kökenliler, kısmi özgürlük havasından ve Mason locasının etkinliğinden ötürü, ne mutlu ki, attıkları modernite ve aydınlanma düşüncesi palamarını rıhtımda tutturabildiler.Ve işte hepimiz, bugünkü Türkiye'nin korkunç akıntılara kapılmadan nispeten sukunetli denizlerde ve nispeten doğru rotalar tutturmasını o palamara medyunuz!Batı komplekslerinden dolayı yukarıdaki etnik kökeni kullanan ve gizli bir antisemitizmle ‘‘Selanik düşmanlığı’’ yapan meczup İslamcıya veya ‘‘llhanvari Kemalist’’ halt etmiş, eğer biz bugün Ankara başkentli bir devlet olarak varsak, ‘‘başkent Selanik’’ sayesinde varız.Tamam, İttihatçısı ve Jakobeniyle, Kuzey Ege limanında ‘‘neşv-i nüva’’ bulmuş olan ve kantarın topuzunu kaçıran ideolojiyi en başta bu satırların yazarı eleştiriyor.Ama, zaman ve mekanla iç içe tarihi ‘‘esas yön’’ belirler ve o yön özünde doğrudur.DOĞRUDUR, çünkü etki-tepki meselesi, yukarıdaki gelişmeler kısa bir süre sonra, canımızın canı Rumeli'den kentte bakan Türk-Müslüman tebayı da pırıldattı.‘‘Genç Türklük’’ o sayede boy attı. Kurumlaştı. Askeri ve mülki kadrolar oluşturdu.En önemlisi ise, kozmopolit Selanik'in aynı zamanda farklı Balkan milliyetçiliklerine eksen çizmesi, onlara tepki olarak ‘‘Türk milliyetçiliği’’ni yarattı.Milliyetçilikten hiç hazetmeyen birisiyim ama, dediğim gibi tarih zaman ve mekandan soyutlanarak düşünülemez. Yaşadığımız ‘‘ulus devlet’’i de işte o milliyetçiliğe borçluyuz.Bunu inkar etmek yalan, dolayısıyla Selanik'in başkentliğini unutmak hıyanet olur.Şehri yitirdiğimizde, Dersaadet'e ve Anadolu'ya göçen ‘‘Selanik intelligentisia’’sının 1912'den itibaren modern Türkiye tarihine her branşta yaptığı sonsuz katkılar da çabası...BUGÜNKÜ gazetede gördünüz, AB Zirvesi şu an o Selanik'te toplanıyor.Ve, Başbakan Erdoğan'ın hareketi arifesinde ‘‘6. Uyum Pakedi’’ne TBMM onayının verilmesi, ‘‘Türk modernleşmesi’’ne ‘‘başkent’’ olmuş şehrin dinamikleriyle uyuşuyor. Hepimize kutlu olsun!
Bir özel şehir: Selanik
1920'li yıllardı; Makbule genç kızlığa adım attığı günlerde doğup büyüdüğü Selanik şehrinden Anadolu'nun ortasında küçük bir şehir olan Tokat'a ailesiyle göç etmişti. Bir süre sonra Türkiye'de kılık kıyafet devrimi yapıldığında mazbut Anadolu şehrinde çarşafını ilk çıkarıp Paris modasında manto giyip başı açık sokağa çıkan Selanikli Makbule Hanım oldu. Nüfus mübadelesi ile Türkiye'ye gelen Rumelili, özellikle de Selanikli aileler Ankara'nın uygulamaya koyduğu yeni toplumsal projeye en çabuk uyum gösteren kesim oldular. Çabucak asrileşen bu insanlar muhacir olarak anıldılar ve Selanik muhacirleri hep ilgi gördüler. Türkiye'ye yerleşen ilk nesil Selanikliler ile Mustafa Kemal Paşa arasında hemşehrilik hissinden doğan ayrı bir sıcaklık yaşandı.
Selanik'in Müslümanları
Selanikliler 'suyun öbür tarafından'dılar. Avrupalı idiler. Her ne kadar Selanik klasik Osmanlı asırlarında en fazla Türkmen aşireti iskan edilen şehir olsa da; Rumeli Yörükbeyi Selanik'te otursa, Yedikule, Mısır Çarşısı, Tahtakale gibi Türk isimleri semtlerine ad olsa da şehir merkezi hep kozmopolit kalmıştı.
1885 nüfus sayımına göre Selanik ve havalisinde 1 milyona yakın insan yaşıyordu ve bunların 495 bini Müslüman, 244 bini Rum,
bini Bulgar ve 45 bini Yahudi idi. Merkezde bulunan 46 Türk mahallesindeki 30 bin Müslüman, 16 Yahudi mahallesindeki 45 bin Yahudi'nin yanısıra 12 Rum ve 1 Frenk mahallesinde de 13 bin nüfus yaşıyordu. Müslüman cemaati idareci sınıftı. Çoğu memur, polis, bürokrat, subaydı.
Selanik'in gayrimüslimleri Kurulduğundan bu yana devamlı Yahudi nüfusa sahip olmuş bir şehir Selanik. Osmanlı fethi sonrasında da Yahudiler tekstil alanında faaliyet göstermişler. Dokudukları Selanik çuhası imparatorluk coğrafyasında ve Avrupa pazarlarında çok tutulurmuş. Engizisyon zulmünün elinden 1492'de İspanya'dan, 1496'da Portekiz'den kurtardığımız Yahudiler'den 20 bini eskiden de bu cemaatten insanların bulunduğu Selanik'e bu sektörün geliştirilmesi için yerleştirilmiş. 1510'da Selanik Yahudiler'i matbaalarını tesis etmişler.
1880'lere gelindiğinde şehirde yaklaşık 15 bin Yahudi aile yaşamaktadır. Bunların bin kadarı Yahudi cemaatinin 'ortak refah bütçesi'ne katkıda bulunur. Cemaat bütçesi ise mahalli idarenin bütçesine eşit olduğu belirtilen 500 bin altın Fransız Frangı'ndan oluşur. Bu fon fakir aileler için daha iyi şartlarda konutlar sağlamak, 15 ilkokulun, 4 lisenin ve bir kolejin yanısıra 30 sinagog ile çeşitli hayır kuruluşlarının giderleri için kullanılır.
19. yüzyıl başında Rum ailelerin sayısı ise 2 bin kadardır. Çoğu ticaretle uğraşır ama Avrupa ile ticari temasları alt düzeyde olup parakendecilik yaparlar. Ticari açıdan Yahudilere ancak 19. asrın ortalarında yetişirler. Rum cemaatin bütçesi Yahudi cemaati bütçesinin yüzde 20'si kadardır. Ama Rumlar Selanik'in entelektüel hayatının ve kültür kurumlarının baş temsilcileri olduklarını iddia ederler

|